Bazı Asya ülkelerinde insanlar yaşları söylerken, 9 ay anne karnında oldukları süreye hesaba katarak söylerler. Örneğin 1990 yılında doğmuş bir kişiyi biz 0 yaşında doğdu olarak kabul ederiz ve 2019 yılında 19 yaşında olduğunu söyleriz. Fakat bahsettiğimiz Asya ülkelerinde, 1990 yılında doğan biri, anne karnındaki süreci de hesaba katarak yaklaşık 20 yaşında olduğunu savunur. Bu bağlamda doğum öncesi evre de diğer yaşam evreleri kadar önemlidir.
Anne karnımızdaki halimizi hemen hemen hiçbirimiz hatırlayamayız. Düşündüğümüzde oradaki yaşamımız, doğum sonraki yaşamımızdan habitat itibariyle bile farklıdır. Şu an oksijenin ciğerlerimize dolduğu, etrafının açık ve aydınlık olduğu yaşamımızdan oldukça farklıdır. Orada gördüğümüz şey karanlık ve bulanık, duyduklarımızda çoğunlukla uğultudan ibaretti. Bilim dünyası insanın anne karnındaki bu serüveni oldukça bilinçsiz ve pasif olarak yorumluyordu. Hatta ülkemizde 2006-2011 yılları arasında yayınlanan Doktorlar dizisindeki kadın doğum uzmanı, anne karnındaki bebeği insandan farklı olarak algılarmışçasına ‘fetüs’ olarak adlandırması anne karnında olan bebek için düşünülen insan dışı tavra örnek gösterilebilir. Tüm bunların aksine güncel çalışmalar gösteriyor ki anne karnında iken bile dünyayla ilgili pek çok duyuma sahibiz ve gayet aktif öğrenen bir canlıyız.
Biz insanlar henüz anne karnında oldukça ilk aylarda bile aktif bir duygusal yaşama sahip olduğumuzu artık biliyoruz. Bizler içerisi karanlık dahi olsa görebiliyor, anne karnında izole olsak bile duyabiliyor ve plasenta sıvısının içerisinde dahi tat alabiliyorduk. Tüm duyuların yanında duyumsadıklarımızı algılayabilir hatta algıladıklarımızın sonucunda öğrenebiliyorduk. Anne karnındayken bebekler kendileri ile alakalı mesajlar rahatça duyar ve sezerler. Dil öncesi bir dönem olduğu için bu durum size tuhaf gelebilir. Burada Japon bilim insanlarının su üzerinde yapmış olduğu deneyden bahsetmek istiyoruz.
Japon bilim insanları suların bir kısmına olumlu içerikte sözler söylerken bir kısmına olumsuz içerikli sözler söylediler. Sonrasında bu iki grup suyun hücreleri mikroskop ile incelendiğinde sonuçlar oldukça şaşırtıcıydı. Olumlu sözler söylenen suların hücre görüntüleri görsel açıdan oldukça güzel gözüküyorken, olumsuz sözler söylenen suların hücre görüntüleri oldukça kaotik ve estetikten yoksun gözüküyordu. Görüldüğü üzere sular da duyamıyor fakat kelimelerin içeriklerini algılayıp tepki veriyorlar. Bu nedenle henüz dil gelişimimiz başlamamış olsa dahi, anne karnında iken bizimle alakalı mesajları duyabilir ve algılayıp yorumlayabiliriz.
Anne karnında iken algıladığımız dünya profilini bilinçli düzeyde hatırlamıyor olsak dahi, bu mesajları algılayıp kaydederek kendi iç dünyamızı şekillendirici bir nitelikte olduğunu görüyoruz. Öyle ki anne karnında iken maruz kalınan mesajlar kişinin ileriki yaşamında kendiyle alakalı görüşlerini etkiler. Mutlu ya da mutsuz olmak, agresif ya da uysal olmak gibi özellikler dahi kişilerin henüz anne karnında iken edindikleri mesajları benliklerine işlemelerinden etkilenir. Kuramcılar anne karnındaki öğrenilenlerin öneminden bahsederler. Örneğin bir şeyi sevip ya da sevmeyeceğimiz, fobilerimiz ve ya korkularımız, kısaca bizi biz yapan pek çok temel kişilik özelliklerimizin temelinin anne karnında iken atıldığını savunurlar.
Çoğu zaman hiç mi hiç hesaba katmadığımız olabilecek en geçmişimizin hayatımızda böylesine şekillendirici bir rolünün olması oldukça ilginçtir. Fakat yapılan çalışmalar gösteriyor ki bu durum aynı zamanda açık bir gerçektir. Bebeğin etkilendiği yegane kaynak ise annedir. Anne, bebeğin birebir bağlı olduğu tek varlıktır. Öyle ki annenin dışsal olarak gözlemlenen her davranışının yanında, bebek annenin içsel olan dinamiklerine de vakıftır. Bebek, annenin yediği, sindirdiği tüm besinleri ve anneyi duygu ve davranışlarını yöneten hormonlarını göbek bağı yardımıyla bizzat hisseder. Hal böyle iken bebeğin annenin olumlu ya da olumsuz duygulanmalarından etkilenmeyeceğini düşünmek doğru olmaz. Bu nedenle hamilelik dönemindeki kadınların yaşadıkları bebekleri tarafından da bizzat tecrübe edilir.
Bu nedenle hamile kadınlara hem bizim kültürümüzde hem de pek çok kültürde ihtimam gösterilir. Örneğin Çinliler bin yıl önce doğum öncesi kliniği kurmuşlar. Türk kültüründe de, hamileliğin anlaşılmasıyla gebe kadın için hem anneyi hem de bebeği maddi ve manevi anlamda her türlü kötülüklerden ve olumsuzluklardan koruyacak pek çok gelenek vardır.
Hamilelik dönemi hem anne hem bebek açısından oldukça kritik bir yaşam evresi olarak kabul edilir. Bu dönemim kritik oluşu gözünüzü korkutmasın. Burada hiçbir çatışmanın olmadığı, dünyaya pembe gözlüklerle bakılan bir hayattan bahsetmiyoruz. Küçük çapta çatışmaların varlığı bir zarar vermese bile travmatik diyebileceğimiz yaşam olayları kişinin hayatını tahmin ettiğimizden daha fazla etkiler.
Comments